6 Kasım 2016 Pazar

Karar

Her şeyden vazgeçmek. Sadece nefes alıp vererek var olmak. Gece olmuş gündüz olmuş farketmeden günlerin akıp gittiği bir hayat. Aslında bir dönem. Geçiş dönemi. Ne zaman biteceğini bilmediğim. Sonunda ne olacağını öngöremediğim. Doğru yaptığımdan emin olduğum. Üzgün müyüm? Pişman mıyım? Kızgın mıyım? Hayır değilim. Bu cevabı emin olarak verip vermediğimi anlamak için uzunca bir süre verdim kendime. Baskı kurmadan ve hissetmeden anlamak istedim. Kendimi keşfetmek istedim. Ve bir sayfa daha kapattım yine. Bu sefer anladım ki her sayfada daha güçlüyüm, daha "ben"im. Hak etmediğim hiçbir şeyi yaşamamalıyım.

Sonun akadar çaba göstermiş olmanın haklılığını hissetmek daha da güçlendiriyor beni. Sadece içimi acıtan, yapabilecekken yapamadıklarımız. Manipule olduğumuz ve birey olmayı başaramadığımız için. Hala bu cümlede bizli konuşmak yerinde oluyor sanırım çünkü tek taraflı yapıldığında biz olmanın mayasını tutturamadımızı gördük. Gördük ve artık biz değiliz o yüzden. Tekrar ayrıştırdım hamurun suyunu, ununu, mayasını, tuzunu. Seninle karıştığım o hamurda asimile olduğum, olmak istediğim veya olmak zorunda kaldığım ne huyum, alışkanlığım, düzenim varsa geride bırakıyorum.   İsteyerek ya da istemeyerek yaptığım her ne hatam varsa da hepsini affediyorum. Sadece kendimin değil, kimin ne yaptığı varsa hepsini de affediyorum. Çünkü bugünüm ve yarınım, geçmişte yaşadığım ve geride bıraktığım her andan daha değeli, daha gerçek, daha yaşanası.

Ve artık başkasıyla hamur yapmaya çalışmak istemiyorum. Anladım ki iki hazır yapılmış hamurun yoğurularak belki de karışımın olmaı gerekli. Sıfırdan hamur yapmakta belki hata. Senin hamurunun mayası, kıvamı yoksa kendi mayamı bozmamalıyım.

Bu aralar sıkça düşünüyorum. Ne istiyorum? Ama daha da önemlisi nasıl güveneceğim onu anlamaya çalışıyorum. Bir insana neden güveniriz? Veya ne zaman güveniriz? Birini tanırken gerçekten tanımak için ne yapmak lazım? Sanılarımızdan etkilenmeden ve kafamızda yarattığımız sanıya inanmadan bunu yapmayı nasıl başarabiliriz? Mantıklı olarak mı? Peki mantıklı olunca duyguları nasıl ikinci plana atmayız? Bunu gereçekten dengede tutmayı başarabilen var mıdır? Bir duygusalcı olarak samimiyetle soruyorum, merak ediyorum.

Daha kendim bu cevapları bilmiyorken bu dünyaya bir de can getirmeyi düşünemiyorum.

Tüm bu sorularımı aklayacak biri olmalı bu evrende, yeniden inanmamı sağlayacak, güvenmemi. Tüm yaşadıklarımı sanki bu yolda onunla karşılaşmak için yaşadığımı düşündürtecek biri. Sade, samimi, gerçek, değer vermeyi ve sevmeyi bilen biri. Yaşadığım her anı keyif ve huzurla geçirmek istiyorum. Geri kalan her şeyin canı cehenneme.

8 Eylül 2016 Perşembe

En Kısa Gecenin Rüyası

Shakespeare'in "Bir Yaz Gecesi" rüyasından uyarlamış bir oyun adını görünce irkildim.

Bir rüya. Ardından tesadüf edenler. Ve rüyadan sebep bilinçaltıma işleyen korkunun ansızın ortaya çıkışıyla saçmalamam. Ve bir şekilde kaçışım. Ve yine de içime sinmeyişi. O yüzden en kısa gecenin rüyası bu.

Çünkü garip bir tanıdık sıcaklığını kaybetmiş gibiyim. Beni rahatlatan bir sesten uzak kaldım. Bir dosttan. Yüzeysel biri olduğunu düşünse de, incelikli bakış açısı aslında onu belki de bunca dostum varken dost olmasını istememi sağlayan. O ise bunun çok normal olduğunu düşünürken, aklımdan geçen tek şey bu zarif mütevaziliğin artık çoğu kimsede olmadığı. Yine de diyorum kendime, gerçekten o kadar zarifse, zayıf anlardan kaynaklı hatalara ardını dönmezdi. Sonra diyorum belki vardır bir bildiği.

Bunu bunca düşünmeye ne gerek var? Bilmiyorum, belki de iletişime bu kadar aç kalmışımdır son birkaç yıldır. Dolu dolu anlatasım var bir dünya şeyi. Altını birlikte irdeleyesim var kendimi ve hayatı keşfedişlerimin.

O halde "zaman".  Son bir senedir hayatımda özenle temizlik yapıyorum, günümüz sosyal medya trend tabiriyle "negative vibes" olanları bir bir eliyorken, bulmuşum bir "positive vibe" ama kendi hatam yüzünden "negative" yaptım ya ona hayıflanıyorum. Belki yoksa hiç üstünde durmayacağım. Bu şu an kendimle beni keşfediş mücadelem sanırım.

Bir de kendime verdiğim bir söz var zaten, bundan sonra gerçekten yer almak isteyen etrafımda olmalı. Zaten olacaksa bir şekilde olur. Su aksın yokunu bulsun.

Her neyse ne de, o halde "zaman".

Antagonist kas

Uzun sayılacak bir süre boyunca üst üste zorluklar yaşayınca sanırım zor durumlarla başa çıkabilme kasları gelişiyor insanın. Çözüm üretebilme, ayakta durabilme, olaylara şaşırmama olduğu gibi kabul etme gibi yetileri artıyor. Daha önceden senin için anormal sayılabilecek olaylar silsilesi artık normal gelmeye başlıyor. Ve haliyle bir bakmışsın normal algın değişmiş. Hatta normal olan olaylar artık senin için sıradan olma halini almaya başlıyor. Bu yüzden de hayatın kendi akışı içinde kolayca yaşanabilecek olaylarla baş edememeye ve asosyalitik davranışlar göstermeye başlıyorsun. Zor durumlarla bile karşılaştığında gösterdiğin sabırlı ve olgun tepki veya tutumların, kolay durumlarla karşılaştığında hiç de hak ettiği karşılığı almıyor. Çünkü bu zor durumlarla baş edebilme kası antagonisti gibi doğallığın, özünün. O kadar çok zora koşuluyorsun ki, özündeki insan olmana izin verilmiyor bir nevi ve bir bakmışssın bambaşka birisin.

Sanırım bu yüzden zor bir vedayı bu kadar rahat atlatıyorum. Ne bir gözyaşı, ne de bir ah. Zaten aylarca tüketmişim kendimi şimdi fark ediyorum. Sadece bir rahatlama var tertemiz bir sayfa açıyor olmakla ilgili. Artık mutluluğa hasret kaldığımı idrak edebilmeye başladım. Kendimi ne de çok arka plana itmiştim, herkesi kendi mutluluğumun önüne koymuşum. Şimdiyse kuş gibi hafifim. Sadece kendime ihtiyacım olduğunu bilmek bana güç veriyor, çünkü daha önce de sıfırdan başladım. Bu kasım kuvvetli neyseki; biraz geliştirmek gerekecek sadece durumun vehametine göre. Sonrasında gelsin hayat bildiği gibi. Sürprizleriyle. Kapım açık sonuna kadar. Ve değişiklik. Beni ayakta tutan yegane şey. Her ne kadar denge insanı olsam da, rutine kaçmamalı bu denge. Heyecan hep olmalı. Adrenalin, serotonin, endorfin ve dopamin aynı anda bir şekilde hep vücudumda dolanmalı. Hissetmeliyim. Uçları hisseden biriydim her zaman, ama normal ve ideal olmaya çalışmakla çok yormuşum kendimi şimdi anlıyorum. Ne kadar farklı ve çılgın olursa olsun, sadece içimden gelenleri hayal ettiğim gibi yaşamaya adamalıyım kendimi. Toplumun beklentisini karşılamaya çalışma isteğim kocaman bir 0. 30 yıl bunun için yaşadım, inşallah bir 30 yıl da gerçekten kendim için yaşamayı görürüm. Sevdiğim şeyleri hayatımın merkezine koyacağım artık. Bunun için ne gerekiyorsa enerjimi de onun için harcayacağım.

Diğer yandan, sanırım bu yüzden de kolay bir merhabayı bu kadar zorlaştırdım. Kendimle ilgili yeni keşfedişler içindeyim. Biraz zamana bırakıp bunların cevabını bulmalıyım. Ama daha kolay olabilecekken benim için her şey bu kadar zorlaştırmam niye aklım almıyor. Kendime kızıyorum.  

Ne yapmak gerekli böyle zamanlarda? Bu ara kafamı toplayıp buna çözüm bulmam lazım. Kendiliğinden olan bu reaksiyon yetimi kaybettiğimi anlıyorum. Hazır cevaplılığım, muzip düşünce tarzım ve kendime özgü kendimi ifade edişim beni ben yapan şeylerdi hep. Sözlü olarak bunu kaybettiğimi fark ediyorum. Bundan 6 ay öncesine kadar yazıya dökemiyordum, oysa şimdi yazıya döküyorum ve söze dökemiyorum. 

Ama çözümü biliyorum. Deniz. Evet deniz. Uzun bir deniz molası beni kendime muhakkak getirecek biliyorum. Yanında bir de aile şefkati olunca. Sonrasında bir sünger çekeceğim bunların önüne, ve tortularının bile bana ulaşmasına izin vermeyeceğim.  

5 Eylül 2016 Pazartesi

Kırmızı

Hiçbir zaman grilerin insanı olamadım. Ya beyaz ya siyahtı her şey benim için. Oysa şimdiyse hayatım gri. Her şey belirsiz. Etrafımdaki insanlar, olaylar, zaman. Ve doğru kararı vermek için gri bir süreç yaşamam gerekiyor. Stand by modda ama yakından takiple. Yine de yapamadım, alışık olmayınca işte. Çünkü zihnim ve kalbim, ikisi de beyaz. Net ve açık. O yüzden işte gri olamadığım için ve boşlukta bir anımda beyazımı gösteremeyeceğim içim siyaha döndürdüm durumu. Bu hırçınlık oldu ve ifadelerim siyaha dönüştü. Gönlüm ve aklımdakileri usulünce dilime dökemedim. Döktüğümde de yakıp yıktım. O an fark ettim siyah kelimeler ağzımdan dökülürken gecenin siyahında, elimle tutup çıkmasınlar istedim ama zihnimdeki o anı bir film gibi izleyip karar verene kadar bir bakmışım konuşmuş bitirmişim.

Oysa bir ferahlasam içimde bir de kırmızı var ansızın beliren. Gelişi önden belliyken bile fark edemediğim ve fark edince de bir çuval inciri berbat ettiğim. Artık o kırmızıyı da siyaha çevirme vakti midir? Kendime bir söz verdim çünkü, kontrolü hayata bırakacağım dedim. Her şeyi akışına, zamana. Aslında gri kalıp kırmızıyı keşfetmek istedim. Bana ateş mi olacak yoksa şarap mı? Belki de sıcak şarap olacaktı, tüm zıtlıklarımızla ve tutku ile bordoya dönüşecekti. Ama kırmızı kolay bir renk değil, nasıl yapacağımı bilmiyorum. Ya diğer beyazlarıma da bulaştırırsam? Belki de bunları düşünmemeliyim, elde değil gerçi; hiçbir zaman yüzeysel biri olmadım. Derinlerde yatan manalar ve detaylar yönümü çok kez belirledi çünkü bu inceliklerde saklıydı belki de tüm renkler. Nihai yolum ve rotam belli, gökkuşağımı yapacağım yeniden. Şimdi yağmurluyum, hoş yakındır güneşimin çıkması. Hem de çok yakın. Çünkü bulutlarım aralandı, bulutlarımın rengi beyaza çalmaya başladı.

Aklımda yine de aynı soru: Mevsim de sonbahar oldu ya - en sevdiğim-, kırmızı mevsim rengi olduğuna göre eşlik edecek mi acaba yolumda bana? Bunlar bir işaret mi? Kırmızı doğruydu belki ama zaman değildi. Doğru zaman olmayınca bu şekilde mi evren yönümü belirliyor acaba? Kafamı yormuyorum şu an buna, ama bildiğim şey, o kırmızı ne ateş gibi yakıyor canımı ne de şarap gibi aklımı başımdan alıyor. Daha da güzeli kan gibi can vermeye başlamıştı bana; tonu, rengi, sesi, akışı.Sıcak yaz gecesindeki serin esinti gibi. Belki de heyecanım bundan. Belki de kırmızı ile beyazlarımdan ortaya harika bir pembe çıkacak bilmiyorum. Ve pembe mutlu edecek yeniden yine.

Bu akşam bir beyazım daha olacak yeni hayatımda. Güçlü gireceğim o kapıdan.

İçimde akmaya başlayan kırmızı kanı ise durdurdum siyahımla ama yine de sonrası şimdilik 3 nokta.

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Geride bırakmak ve bırakılmak

Kocaman bir yürek bıraktım ardında. Yarım kalmış hayaller, umutlar, hayatlar. Ve geride kaldım mutluluktan. Kendini ifade edemeyişin sebebini ağır yorgunluklarla ödüyorum. Sandım ki seven sevdiğinin sessizliğindrn fark eder sabrını, teslimiyetini, güvenini. Oysa sevdiğinin zihninde oluşturduğu bir tanıdıktan ibaretsen, sen sen olarak yer almıyorsan orada, bu sessizlik huzursuzluk olarak algılanırmış bilemedim.

Fırtına sonrası bile durulmaz mı deniz? Hava dinmez mi deli yağmur sonrası, toprak kokusunu yaymaz mı? Olur olur da, insan dediğin bilinmez varlık için bir bir daha iki etmiyormuş işte. Herkesin matenatiği farklıymış. Büyürken kendi algoritmanı kuruyormuşsun farketmeden tıpkı dnalarına da yön verdiğin gibi.

Hepimiz koca birer frekanslar grubundan ibaretken ve hangi frekansı yayıyorsak onun bize geleceğini biliyorken niye insan kendi frekansını koparmak ister ki? Bunun sonunun olacağını bile bile...

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Zaman durmuş

Nefes almak detay gibi sanki artık. Gündüz bitmiş, gece olmuş, sonra yine sabah ve derken akşam olmuş... Hiç manası yok. Dünya dönüyor evet ama sanki zaman durdu bilinmezlik saatinde. Gözlerimi kapayıp sürekli uyumak istiyorum ve rüyalarımda yaşamak. Sanki tek özgür olduğum yer orası. Ait olduğum evde yarımım. Yıldızları saymaya başlasam bitene kadar bu kabus da geçer mi? Şöyle tonlarca çamaşır suyu falan dökseler bu pislik durumların üzerine, o zaman belki her şey açığa çıkar mı? Kalplerimiz de temizlenir mi? Umutlarımız? Belki de...

Hafızamızı silebilsek keşke, sadece filmlerde olmasa bu imkanlar. Zaten her şey mutluluk için değil mi, ne güzel olurdu silebilsek. Kötü anılar gidecek sadece güzeller kalacak. O zaman bir tek ben olamam bu dünyaya toz pembe bakan. O zaman çamaşır suyuna da gerek kalmaz.

Issız uzak doğayla baş başa olabileceğim bir yerde bir ben bir sevdiğim olsun başka kimse olmasın istiyorum. Kimse karışamasın, konuşamasın. Sahte sohbetler yok, çıkarcı ilişkiler yok, gereksiz karamsarlıklar yok. Kocaman bir huzur istiyorum. Kocaman bir şefkat.

26 Temmuz 2016 Salı

An, yok.

Her gün bir asırdı, şimdiyse her saniye bir asır oldu.
Zihnim bomboş, nefes almak kifayetsizleşti.
Bir yanım felç, zaman hareketsiz.
Tüm hücrelerim uyuşuyor.
Çabalar beyhude.
Anılar sanki hiç yok.
Bırakın beni artık,
Uyuyayım ve,
Uyanmayayım.


Hayat Çok Kısa

En son ne zaman sebepsiz yere birini mutlu ettiniz? Kendiniz de dahil. 

Hayat öyle bir hızla akıp geçiyor ki, özellikle enerji sömüren bir şehirde yaşıyorsanız ve mesainizden sonra günün geri kalanına bir aktiviteyi bile zorla sığdırabiliyorsanız ardı arkası kesilmeyen sonsuz gündüz ve gece döngüsü bir göz kırpış kadar hızlı geçmiş gitmiş oluyor kimi zaman. Bir bakmışsınız 3-5 yıl geçivermiş. Çok mu karamsarım sizce? 

Tabii bunun üzerine bir de yaş faktörü eklenmeyegörsün, kalan bir dal enerjiniz de hevessizliğinize mahkum oluveriyor. Sonra bir uyanış oluyor bir ara, farkına varınca nasıl bir kısır döngü içinde olduğunun, çarkları tersine çevirmek istercesine kararlar ve aksiyonlar alınmaya başlanıyor, o da çok sürmüyor. Yıl sonunda bu sene de yapmak isteyip yapamadığımız koca bir liste ile kalakalıveriyoruz baş başa. 

Şimdi geri dönüp bakıyorum da, çılgınca yaptığım onca şeyi az bile yapmışım. Daha çılgın ve umarsızca yaşamalıymış. Bir kere kesin yurt dışında bir süre yaşanmalıymış. Ah anneciğim, minik anneciğim ne kadar çok demişti de başına buyruk davranmıştım. Göğe erdim şimdi!

Bazen söz dinlemek gerekiyor arkadaşım, kendi kafanın dikine gitmeyip dinleyeceksin, eşini-dostunu-aileni-yabancı görüşleri. Kendi payına düşeni almayı bileceksin. Hep tetikte olacaksın ne zaman, neyin sana nasıl ve neden hissettirdiğiyle ilgili. Ve mutlu olduklarını yapmaya devam edeceksin. Kök salmaya gerek yok mutsuzlukta. Alt üst olacak diye korktuğumuz veya çekindiğimiz onca şeyin belki de altı üstünden çok daha hayırlı olacak kim bilir. 

Ara sıra işte klişe ve beylik sözleri, deyişleri de okuyacaksın. Bu dünya, bir tek kendi deneyimlerinden öğrenerek yoluna devam etmen için çok kısa çünkü. Her 10 yaşta bir, kendine ciddi bir çeki düzen vereceksin bir kere. 

Unutmayacaksın şükretmeyi, karşılıksız vermeyi. İnsanları, hayvanları, tüm evreni seveceksin bu ortamda var olma sıfatınla. Ama önce ben diyeceksin, önce kendini seveceksin. Ve herkese de olabildiğince bunu dayatacaksın. İnsan kendini sevmeyi bilmeden, başkalarını nasıl seveceğini bilmiyor ve etraftan gördüklerini sevgi zannederek yakıyor yıkıyor çünkü. Kitle etkisi olur diye düşünüp kime ne kadar dokunabilirsen dokunup bu sosyal sorumluluğu yerine getirmeyi bir borç bileceksin evrene. 

Ve hayal edeceksin sürekli, sadece düşünmeyip zihninde bir de görütüleyeceksin. Hatta "gif"e bile çevir yaratıcı ol sonu yok eğlenmenin. Yeter ki hayattan keyif almayı bil. Yanında hayattan keyif almayı bilenlerle yoluna devam et. Sana engel duran olumsuz düşünce, aksiyon, insan, canlı ne varsa görmezden gel ve hayatından çıkar.

Ellerin buruş buruş olduğunda her bir çizgiyi hatırlayabilmek ve anılarınla ruhunu gençleştirebilmek için de emanetin olan bu vücuda iyi bak, iyi ve doğru beslen. arada kendini şımart tabii ki, ve bunu severek yap. Sevdiklerinle de paylaş. Onları güzel ve leziz sofralarla mutlu et, hatta mümkünse bunu onlarla birlikte yap. 

Yerken, içerken, severken, gezerken, ağlarken, büyürken, başarırken, paylaşırken veya her neyse yapıyorken işte onu isteyerek, kabul ederek ve büyük bir mutlulukla yap. Bul bir yolunu işte. Hayat çok kısa.

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Kabus

Gecenin bir yarısı uyanırsın, kan ter içinde belki ağlayarak. Kabus görmüşsündür. Tekrar uyumaya çalışırsın ama kabuslarını tekrar görür bir de devamını görürsün film gibi. Sonra yine uyanır ve uyumaya çalışırsın beyhude bir çabayla, güç bela da uyursun. Ama yine aynı yine aynısı olur ve korkarsın uyumaktan, neden sonra sabaha karşı olmuştur artık gücün kalmamıştır ve göz kapakların ağırlaşmaya başlar. Yine korkarsın ama teslim olursun çünkü bu işkence bitsin istersin. Göreceksem de bitsin nasıl olsa uyanacağım dersin. İşte öyle bir şey. Ama o an bir sarılır sana, hissedersin ve o kokuyla huzurla uyursun. İşte öyle de bir şey. Anlatamadım. Anlatmak istemedim. Ama yazıp rahatlamak istiyorum, ama rahatlayamıyorum çünkü yazamıyorum. Yazıyorum ama aslında açık açık anlatamıyorum. Anlatamıyorum çünkü ardından gelecek konuların bahsi olmak istemiyorum. En iyisi hiç tanımadığım bir yabancıyla uzun uzun konuşmak. Ya da tanıdığın ama uzaktan hani, senin bilmediğin içini ve seninkini de bilmeyen. Kimbilir. Belki rüyalar gerçek olur o zaman.

Artık kısa cümleler kuruyorum

Atmak isteyip atamadığım adımlar var, kırmak isteyip kıramadığım insanlar, bağırmak haykırmak isteyip sessiz kalmak zorunda olduğum, çok şey bildiklerini zannedip aslında bir şey bilmediklerini söylemek istediğim, dünyanın sadece kendi etraflarında dönmedğini açıklamak istediğim ve bunu bir fark edip buna göre bakış açılarını şekillendirseler aslında hayatın onlara daha güzel hediyeler sunacağını anlatmak istediğim.

Bir de şükrettiklerim var tabii, iyiki hep yanımdasın demek istediklerim, kendimi olduğumca şeffaf ifade ettiğim, beni her halimle kabul eden ve beni ben olduğum için sevenler, birlikte saçmaladığım, hayal kurduğum, dünyayı kurtarıp kıyameti koparttığım değerli ve kıymetli yoldaşlarım var.

Bunların ortası yok ama. Benim için nötr bir şey ifade edenlere hayatımda yer ayırmadığımı fark ettim. Artık yani. Belki önceden yer veriyordum ama ne zamanki farkettim gereksiz bir alan ve enerji kaplıyorlar, uzaklaştım.

Şimdiyse ilk paragraftakilerden de uzaklaşmak istiyorum. Bir dilek tuttum, yıldız da kaydı, belki olur yeterki bu bekleyiş bir sonlansa.

Ve farkettim ki artık kısa cümleler kuruyorum. Anlaşılır. Net. Cümlelerimde bile fazlalığa yer yok artık.

Rüya

Bir rüya hayatınızı değiştirdi mi hiç? Uyandığınızda bu hayal miydi gerçek miydi diye ayıramadığınız bir rüya gördünüz mü hiç? Dün gece tüm inandıklarımın üzerini çizercesine bir rüyaydı gördüğüm. Olmaz dediğimi oldurduğum. Simalar tanıdıktı üstelik. Ve daha da kötüsü uyandığımda her bir saniyesini hatırlıyordum. Hatta hissediyordum hala. Rüyada aşkı yaşamak mümkünmüş meğer. Hem de tüyler ürperten cinsten. Acaba rüyayı bu kadar gerçekçi gördüysem rüyadakiler de aynısını hissetti mi yaşadı mı? Sorguladığım ve cevabını aradığım onca soru yetmezmiş gibi şimdi bir yenisi daha eklendi.

Ne kadar gerçeğiz kendimize? Beynimiz bizden farklı bir hayat mı yaşıyor da ufacık bir anda bambaşka durumlar fırtlıyor ve allak bullak ediyor tüm algımızı? "Fırtlıyor" biraz komik kaçtı ama tam deyimiyle böyle.

Bilinçaltımla rakı masasına oturup sabahlara kadar sohbet etmek istiyorum iki farklı insan gibi. Ve süperegomla da. Hiç düşündünüz mü sessiz ve sesli düşünürken düşündükleriniz farklı olur. Bende öyle en azından. Bu düşünmenin hızını dile dökerken arada kaynayan cümlelerden mi kaynaklanır yoksa ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması gerektiğinden mi? Eğer öyleyse kontrollü olduğunuzdan sesli düşünürken bakış açımızı bu cümleler yoğuruyorsa ne kadar dürüst davranıyoruz acaba kendimize?