16 Haziran 2018 Cumartesi

“Birden geldin aklıma”


“Sen yağmuru çok seven küçücük şey,
Ben kendine geç kalan bir kadın.

Sen kalbime denk gelen küçücük şey,
Ben kendini aşk sanan bir adam.

Beni sevmesen de, görmesen de hayat sürerdi yine
Ama kendimi sevmezdim şimdiki kadar

Beni seçmesen de, yok desen de güneş doğardı yine
Ama gülmeyi bilmezdim şimdiki kadar

Birden geldin aklıma yakıverdin ışıkları
Hayret ettim kalbime bazen mutluluktan.”

Hiç önyargılı olmamak lazım aslında. Nötr olduğum Tuna Kiremitçi’nin bu şarkısı örneğin aldı çekti içine beni ve beynim kazanken bir bakmışım defalarca dinliyor ve dinledikçe hafifliyorum. Tıpkı senin kadar uyumlu olabileceğim biriyle tanışabileceğim umudu hiç yokken, öylesine katıldığım bir aktivitede seninle karşılaşıp  tamamen yabancı bir dünyanın nasıl da benimle aynı dünyaya sahip oluşuna şaşırdığım gibi.

Sınırları olmayan bir boşluktayım. Ruhumda kanatlarım var gibi. Nil’in dediği gibi: “Geldiğim gibi gidebilirim. Zincir yokki benim boynumda.” İlk defa sadece hissetmek için yaşayabiliyorum. Öylesine ferah öylesine keyif verici ki.

Sürekli duygu gelgitleri içindeyim. Aklıma düştüğünde yüzüm sebepsiz gülüyor, sonra gözümü kapıyorum ve ruhumda hissediyorum bana sarılışını, kalbim başlıyor atmaya yerinden fırlayacakmış gibi. Sonra hayalini kuruyorum; kalbinin kalbime denk gelişini kucağında, nefesim yumuşacık teninde ısınırken, sen saçlarımı koklamaya doyamazken... Derken gözlerime bakışın canlanıyor zihnimde, o şefkatli güven veren gülüşün ve huzura bırakıyorum kendimi. Tıpkı o an hissettiğim ılık ifade yerleşiyor yüzüme. Mutluluktan resmen şişiyormuş insan, ilk defa deneyimliyorum. Sanki altın vuruş gibi. Dozunu kaçırmamaya çalışıyorum. Duygular sürükleniyor bir kenara. Mantığım elinde uçan süpürgesi olan cadı gibi yerleşiyor gözümün önüne. Çok geçmeden irkiliyorum, bir film şeridi gibi konuşmalarımız çınlıyor kulağımda. Bana o derece açık oluşun. İçimden bir ses diyor ki herkesin hayatı kendi tercihlerinden oluşur. Senin o ana denk gelmen bir tesadüf, sizin henüz sebebini bilmediğiniz. Evrenin bir bildiği vardır diyorum. Yaşanacaksa yaşanacak. Tesadüfen az önce denk geldiğim cümleyi anımsıyorum: “Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorsak, belki de bulunmamız gereken yer hep orasıdır.”

Sonra yine dış ses geliyor ve başlıyor beynimde bir münazara sanki. İki tarafın da tez ve anti-tezleri o kadar kuvvetli ki kendimi beceriksiz bir moderatör gibi hissediyorum, kontrolden uzaklaştıkça. Kontrol de ne ki diyorum; ben kontrol altında olmak, kontrol altına almak veya kontrol altına girmek istemiyorum ki. Bu özgürlüğü hissedebilmek için onca uğraştım emek verdim kendime, şimdiyse hayat beni sınıyor sanırım diyorum.

Adını koyamadığım bir soğukluk hissediyorum derken sana. Ne gerek vardı, kapı aralıktı, açıktı. Merak olamaz sadece hissettiklerin. Senin doğana aykırı bu. Bu kadar mekanik biri değilsin. Niyeydi yine bu telaş? Sürekli kaçıyoruz birbirimizden, kendimizden. Hani akışta olacaktık? İletişimden kaçınca, aklımızdan da mı çıkmış oluyoruz şimdi. Ben bu derece yoğun hissedebiliyorsam, sen ne hissediyorsun acaba diye merak ediyorum bir yandan. Zira nasıl inatla aldın bu safta yerini. Oysa şimdi içimden gelince sana erişemiyorum, ne mana!

İlk başta seni hiç tanımadan içini, olacakları görebildiğim gibi şimdi de görüyorum bazı şeyleri. Ama diyemiyorum, dememeliyim. İkilemlerle dolu zihnim. İhtimaller. Aslında cevap denge. Biliyoruz ikimiz de, dengeyi kurabilsen tüm bu güzellikleri yaşayabileceğiz ama olay zaten mantığın ve duyguların arasında denge kuramayışın. Diğer yandan diyorum ki, akışta kalamıyorsa vadettiğim bu özgürlüğün layığını verecek misin acaba?

İlk defa doğrunun tek olmadığı gerçeğini bu kadar iliklerime kadar hissediyorum. İşin garibi kendim mutlu olabileceğim şekilde bencil davranamıyorum. O kadar masum o kadar saf bir duygu ki sana hissettiğim, sen nasıl mutlu olacaksan, için nasıl rahat edecekse öyle karar verebilmen için geri çekiyorum kendimi. Oysa içim nasıl coşkulu, tek istediğim bu yüksekliği seninle paylaşmak, çılgınlar gibi eğlenmek, müzik yapmak, saatlerce birlikte gülmek, gecenin bir yarısı birlikte koşmak, denize atlamak, dağlara çıkıp doğayla bir olmak, toprağın kokusunu birlikte hissetmek, yıldızlardan hayaller kurmak, yeni yerler ülkeler keşfetmek,  ruhumuzu doyuracak ne varsa yapmak. Çok şey mi istiyorum? Sadece önünü ardını düşünmeden mutlu olmak istiyorum, mutlu etmek.

Nedense yine duruyorum birden. O soğuk dalga yeniden vuruyor yüzüme. Ben ve sen olmaktan çıkıp üçüncü bir göz gibi bakmaya başlıyorum. Yaşadın hadi diyorum. Ne olacak? O özgürleşemiyor, cesaret edemiyor çünkü henüz yabancı kendindeki bu hale. Öncelikleri başka, korkuları farklı. Onun için en büyük cesaret özgür olabilmeye çalışmak ve özgürlük de anda kalmak, oysa senin için akışına kaptırmak, deneyimleyerek yol almak birlikte. Belki de onun kendini keşfi için bir araçsın diyorum sonra. O yüzden anda kalmak istiyor bilinçaltı. Çünkü bir anda varsın, sonraki anda yoksun. Puff uçtun gittin kuş gibi. Zahmetsiz. O an, ruhumun yere göğe sığamadığı kocaman özgürlük hissi yerini kafese girmiş bir kuşun ürkekliğine bırakıyor. Kaçarak uzaklaşmak istiyorum ondan. Yaşanmamış saymak, ama yapamıyorum. O kadar gerçek ki, o kadar beni tamamlayan ki. Görünmeye çalıştığı o mekanik insan değil biliyorum. Yine mutluluktan bir gülümse yerleşiyor yüzüme, bu sefer coşkuyla değil, özlemle tutkuyla yanımda olmasını istercesine, olmayacağını bilerek.
O kadar belli ki duygularından mantığı yüzünden kaçmaya çalışması. Yardım etmek istiyorum ama biliyorum ki yardımım ona yanlış olur, kendi kendine bu sınavın içinden çıkmayı öğrenmeli. Bu sınav onu güçlendirecek, sonucu ne olursa olsun. Şu an alışkanlığının hırsıyla fırtınaya karşı dikiliyor inatla, aslan edasıyla. Eğer olmuyorsa oldurmaya çalışmamak gerektiğinde değil henüz. O yüzden o suda boğulmak yerine suyun akışına bırakmayı öğretiyor şu an belki de hayat. Ve bu acılı olacak. Doğası öyle öğrenmenin.

O şu an yağmurun rüzgarından korkuyor oysa korkulacak bir şey değil. Bazen de rüzgara kapılmak gerekir. Bilemezsin belki de seni doğru yere savurur bu sefer. Bunu görüyor aslında ama kabullenemiyor. Çok normal. Çözüm arayışları içinde.
Bana düşense bir kenarda izlemek. Ne zamana kadar ve ne hislerle bilmiyorum. Tek bildiğim tevekkül kazanıyorum. Ve yeni hisleri deneyimlemenin zenginliğini ruhumda. Daha da olgunlaşıyorum. Kısa da olsa yaşanmış güzellikler bir yana, yüzüme yerleşen bu mutlu gülümseme ve tevekküle ulaşma yardımı için bile teşekkür borçluyum. (16.06.2018)



11 Haziran 2018 Pazartesi

5. mevsim

İçimde değişik bir dünya var bu ara. Borsadan ve dolardan bile hallice çalkantılı. Vücudumun kimyası resetlendi, duygularımın tasarrufu, dengemin ekonomisi değer kaybediyor sanki. Sesim sürekli detone, yeniden aralıksız şarkı söylemekten.

Bilmediğim bir boşlukta yüzüyorum. Uçmuyorum evet; ama yüzüyorum. Daha derine dalıp dibindeki mercanlara ulaşmak istercesine denizin. Kimsenin o denizde olduğunu bilmediği o rengarenk mercanlara. Kim bilir nasıl zengin bir dünyası var. Sanki o mercanların arasında sonunda bir deniz kızına dönüşecekmişim gibi. Ve denizkızı dokununca o mercanlar da binbir renkle gökyüzüne renk vermeye başlayacak gibi. Dünyayı evirecek bu sefer. Deniz gökten değil, gök denizden renk almaya başlayacak gibi. Sanki hem karada hem de denizde, farklı soyutluktaki iki dünyada farklı mutluluklar tattıracakmış gibi. Ve bu mutluluktan, bu uyumdan, bu ruhsal seyahatten sonunda ardımızda bırakmayı hayal ettiğimiz eserler çıkacakmış gibi. Sanki bu birleşim, bu bütünsellikle nihai üretkenliğimize bizi kavuşturacakmış gibi. Kendini gerçekleştirme yolunda, o bir kenarda bekleyen atalet yok olacak ve içimizde o dinmeyen ifadeler, ezgiler, dokular bir ürüne dönüşecek ve bu özgürlük daha da bizi kenetleyecek gibi. Birbirinin tamamlayanı olmak gibi. Sonsuz şefkatin kucağında gibi. Tüm sinir uçlarını katledecek bir enerjiyle. İki bedenden tek beyin tek ruh olma hissiyatı gibi ekstrem bir duru görü canlanıyor zihnimde. Sanki birbirimizdeki en iyi yönleri kendiliğinden ortaya çıkaracak güçte bir şey gibi. Birbirinden beslenerek daha da güçlenecek gibi. Kendi derinliğime bir uyanış gibi bu. Tüm beklentilerden, anlamlandırmalardan arınmış rafine bir haz.

İçinde köpek balıkları gördüğüm bu deniz, şimdi yeni bir keşif gibi. Meğer ekosistemini korumak için çizgi filmlerdeki gibi sadece köpek balığı maskesi gösteriyormuş yüzeyinde, amacı aynı bir ayçiçeği tarlasındaki korkuluk alt metinli. Geçiş süreçlerinin simülasyonu sanki bunlar. Çünkü diğer yandan medcezirleri var bana "Geri çekil" diye seslenen. "Durulacak sular elbet. Kumlar parlayacak. Çakıl taşları kenarlara sürüklenip sana yol olacak mevsimin gelince. Eğer gelirse." Meraktayım öyle bir mevsim var mı, bu mevsim hangisi? Öyle 4 mevsimin sıradanlığında değil. 5. bir mevsim var sanki bunların ardında. Bu derinliğe o yakışır. Meraktayım. Dingin bir gözlem hevesiyle. Sakinliğimle ve özgürlüğümle akıştayım.

5. mevsim bu denizde mi değil mi bilmiyorum. Bu deniz bulanık, yosun tutmuş. Deli bir yağmur, bir fırtına gerekli süpürüp götürmek için tüm tortuları. Önce o şimşek yaralarını içine alıp, ışığını acıyla hissedip, rengini bulmaya ve ögürlüğüne kavuşmaya gönüllü olması lazım denizin. Deniz coşacak, kabaracak, durulacak. Sonra ardında belki de 5. mevsim, bilemiyorum. Ancak biliyorum ki; -kıyısına gelmeme tesadüf etme sebebi nereye çıkar bilmesem de- bu deniz,  her ne olduğunu yine bilmediğim bu 5. mevsimin, böyle bir olgunun var olabileceğini algılamama sebep güzellikte.

Bu huzurla doluyorum ve hazırım 5. mevsimin doğuşunu bekliyorum. Bu denizde ya da değil. Tek bildiğim, yeniden hayata umutla bakıyorum.