8 Eylül 2016 Perşembe

En Kısa Gecenin Rüyası

Shakespeare'in "Bir Yaz Gecesi" rüyasından uyarlamış bir oyun adını görünce irkildim.

Bir rüya. Ardından tesadüf edenler. Ve rüyadan sebep bilinçaltıma işleyen korkunun ansızın ortaya çıkışıyla saçmalamam. Ve bir şekilde kaçışım. Ve yine de içime sinmeyişi. O yüzden en kısa gecenin rüyası bu.

Çünkü garip bir tanıdık sıcaklığını kaybetmiş gibiyim. Beni rahatlatan bir sesten uzak kaldım. Bir dosttan. Yüzeysel biri olduğunu düşünse de, incelikli bakış açısı aslında onu belki de bunca dostum varken dost olmasını istememi sağlayan. O ise bunun çok normal olduğunu düşünürken, aklımdan geçen tek şey bu zarif mütevaziliğin artık çoğu kimsede olmadığı. Yine de diyorum kendime, gerçekten o kadar zarifse, zayıf anlardan kaynaklı hatalara ardını dönmezdi. Sonra diyorum belki vardır bir bildiği.

Bunu bunca düşünmeye ne gerek var? Bilmiyorum, belki de iletişime bu kadar aç kalmışımdır son birkaç yıldır. Dolu dolu anlatasım var bir dünya şeyi. Altını birlikte irdeleyesim var kendimi ve hayatı keşfedişlerimin.

O halde "zaman".  Son bir senedir hayatımda özenle temizlik yapıyorum, günümüz sosyal medya trend tabiriyle "negative vibes" olanları bir bir eliyorken, bulmuşum bir "positive vibe" ama kendi hatam yüzünden "negative" yaptım ya ona hayıflanıyorum. Belki yoksa hiç üstünde durmayacağım. Bu şu an kendimle beni keşfediş mücadelem sanırım.

Bir de kendime verdiğim bir söz var zaten, bundan sonra gerçekten yer almak isteyen etrafımda olmalı. Zaten olacaksa bir şekilde olur. Su aksın yokunu bulsun.

Her neyse ne de, o halde "zaman".

Antagonist kas

Uzun sayılacak bir süre boyunca üst üste zorluklar yaşayınca sanırım zor durumlarla başa çıkabilme kasları gelişiyor insanın. Çözüm üretebilme, ayakta durabilme, olaylara şaşırmama olduğu gibi kabul etme gibi yetileri artıyor. Daha önceden senin için anormal sayılabilecek olaylar silsilesi artık normal gelmeye başlıyor. Ve haliyle bir bakmışsın normal algın değişmiş. Hatta normal olan olaylar artık senin için sıradan olma halini almaya başlıyor. Bu yüzden de hayatın kendi akışı içinde kolayca yaşanabilecek olaylarla baş edememeye ve asosyalitik davranışlar göstermeye başlıyorsun. Zor durumlarla bile karşılaştığında gösterdiğin sabırlı ve olgun tepki veya tutumların, kolay durumlarla karşılaştığında hiç de hak ettiği karşılığı almıyor. Çünkü bu zor durumlarla baş edebilme kası antagonisti gibi doğallığın, özünün. O kadar çok zora koşuluyorsun ki, özündeki insan olmana izin verilmiyor bir nevi ve bir bakmışssın bambaşka birisin.

Sanırım bu yüzden zor bir vedayı bu kadar rahat atlatıyorum. Ne bir gözyaşı, ne de bir ah. Zaten aylarca tüketmişim kendimi şimdi fark ediyorum. Sadece bir rahatlama var tertemiz bir sayfa açıyor olmakla ilgili. Artık mutluluğa hasret kaldığımı idrak edebilmeye başladım. Kendimi ne de çok arka plana itmiştim, herkesi kendi mutluluğumun önüne koymuşum. Şimdiyse kuş gibi hafifim. Sadece kendime ihtiyacım olduğunu bilmek bana güç veriyor, çünkü daha önce de sıfırdan başladım. Bu kasım kuvvetli neyseki; biraz geliştirmek gerekecek sadece durumun vehametine göre. Sonrasında gelsin hayat bildiği gibi. Sürprizleriyle. Kapım açık sonuna kadar. Ve değişiklik. Beni ayakta tutan yegane şey. Her ne kadar denge insanı olsam da, rutine kaçmamalı bu denge. Heyecan hep olmalı. Adrenalin, serotonin, endorfin ve dopamin aynı anda bir şekilde hep vücudumda dolanmalı. Hissetmeliyim. Uçları hisseden biriydim her zaman, ama normal ve ideal olmaya çalışmakla çok yormuşum kendimi şimdi anlıyorum. Ne kadar farklı ve çılgın olursa olsun, sadece içimden gelenleri hayal ettiğim gibi yaşamaya adamalıyım kendimi. Toplumun beklentisini karşılamaya çalışma isteğim kocaman bir 0. 30 yıl bunun için yaşadım, inşallah bir 30 yıl da gerçekten kendim için yaşamayı görürüm. Sevdiğim şeyleri hayatımın merkezine koyacağım artık. Bunun için ne gerekiyorsa enerjimi de onun için harcayacağım.

Diğer yandan, sanırım bu yüzden de kolay bir merhabayı bu kadar zorlaştırdım. Kendimle ilgili yeni keşfedişler içindeyim. Biraz zamana bırakıp bunların cevabını bulmalıyım. Ama daha kolay olabilecekken benim için her şey bu kadar zorlaştırmam niye aklım almıyor. Kendime kızıyorum.  

Ne yapmak gerekli böyle zamanlarda? Bu ara kafamı toplayıp buna çözüm bulmam lazım. Kendiliğinden olan bu reaksiyon yetimi kaybettiğimi anlıyorum. Hazır cevaplılığım, muzip düşünce tarzım ve kendime özgü kendimi ifade edişim beni ben yapan şeylerdi hep. Sözlü olarak bunu kaybettiğimi fark ediyorum. Bundan 6 ay öncesine kadar yazıya dökemiyordum, oysa şimdi yazıya döküyorum ve söze dökemiyorum. 

Ama çözümü biliyorum. Deniz. Evet deniz. Uzun bir deniz molası beni kendime muhakkak getirecek biliyorum. Yanında bir de aile şefkati olunca. Sonrasında bir sünger çekeceğim bunların önüne, ve tortularının bile bana ulaşmasına izin vermeyeceğim.  

5 Eylül 2016 Pazartesi

Kırmızı

Hiçbir zaman grilerin insanı olamadım. Ya beyaz ya siyahtı her şey benim için. Oysa şimdiyse hayatım gri. Her şey belirsiz. Etrafımdaki insanlar, olaylar, zaman. Ve doğru kararı vermek için gri bir süreç yaşamam gerekiyor. Stand by modda ama yakından takiple. Yine de yapamadım, alışık olmayınca işte. Çünkü zihnim ve kalbim, ikisi de beyaz. Net ve açık. O yüzden işte gri olamadığım için ve boşlukta bir anımda beyazımı gösteremeyeceğim içim siyaha döndürdüm durumu. Bu hırçınlık oldu ve ifadelerim siyaha dönüştü. Gönlüm ve aklımdakileri usulünce dilime dökemedim. Döktüğümde de yakıp yıktım. O an fark ettim siyah kelimeler ağzımdan dökülürken gecenin siyahında, elimle tutup çıkmasınlar istedim ama zihnimdeki o anı bir film gibi izleyip karar verene kadar bir bakmışım konuşmuş bitirmişim.

Oysa bir ferahlasam içimde bir de kırmızı var ansızın beliren. Gelişi önden belliyken bile fark edemediğim ve fark edince de bir çuval inciri berbat ettiğim. Artık o kırmızıyı da siyaha çevirme vakti midir? Kendime bir söz verdim çünkü, kontrolü hayata bırakacağım dedim. Her şeyi akışına, zamana. Aslında gri kalıp kırmızıyı keşfetmek istedim. Bana ateş mi olacak yoksa şarap mı? Belki de sıcak şarap olacaktı, tüm zıtlıklarımızla ve tutku ile bordoya dönüşecekti. Ama kırmızı kolay bir renk değil, nasıl yapacağımı bilmiyorum. Ya diğer beyazlarıma da bulaştırırsam? Belki de bunları düşünmemeliyim, elde değil gerçi; hiçbir zaman yüzeysel biri olmadım. Derinlerde yatan manalar ve detaylar yönümü çok kez belirledi çünkü bu inceliklerde saklıydı belki de tüm renkler. Nihai yolum ve rotam belli, gökkuşağımı yapacağım yeniden. Şimdi yağmurluyum, hoş yakındır güneşimin çıkması. Hem de çok yakın. Çünkü bulutlarım aralandı, bulutlarımın rengi beyaza çalmaya başladı.

Aklımda yine de aynı soru: Mevsim de sonbahar oldu ya - en sevdiğim-, kırmızı mevsim rengi olduğuna göre eşlik edecek mi acaba yolumda bana? Bunlar bir işaret mi? Kırmızı doğruydu belki ama zaman değildi. Doğru zaman olmayınca bu şekilde mi evren yönümü belirliyor acaba? Kafamı yormuyorum şu an buna, ama bildiğim şey, o kırmızı ne ateş gibi yakıyor canımı ne de şarap gibi aklımı başımdan alıyor. Daha da güzeli kan gibi can vermeye başlamıştı bana; tonu, rengi, sesi, akışı.Sıcak yaz gecesindeki serin esinti gibi. Belki de heyecanım bundan. Belki de kırmızı ile beyazlarımdan ortaya harika bir pembe çıkacak bilmiyorum. Ve pembe mutlu edecek yeniden yine.

Bu akşam bir beyazım daha olacak yeni hayatımda. Güçlü gireceğim o kapıdan.

İçimde akmaya başlayan kırmızı kanı ise durdurdum siyahımla ama yine de sonrası şimdilik 3 nokta.