28 Ocak 2013 Pazartesi

Karar

Yalnızlık mı iyidir, birliktelik mi? Sevdiğimizi ne zaman anlarız? Bazen çekip gitmek isterken niye kalakalırız? Karar almak ve uygulamak neden bu kadar aynı iken niyet eder ama ikincisini yapamayız?
Güven mi, cesaret mi gerekli olan?

Etrafımızdakilerin düşündüğü, hissettiğini kendi isteklerimizin, gönlümüzün önüne koymaya bir başladık mı, bu hayatın esiri olur gideriz, farkında bile olmayız. Onları tatmin etmeye didinirken zaman akıp gider. Biz aynı umutlarla, benzer isyanlarla yolumuza devam ederiz. Mutluluktan uzak, ya da mutluluk zannettiğimiz duygu geçiştirmeleriyle yan yana yaşar gideriz.

Belki bir an, silkelenir ve bu sefer bir şeyleri değiştirmeye niyet ederiz; sonra ya mücadele etmek zor gelir, ya da başka bahaneler adına sığınıp rafa kaldırırız niyetleri eyleme dönüştürmeden. Kararlı olmadıkça o mutluluğun istikrarı da olmaz.

Önce kendimizi dinlemeliyiz. Ne istiyoruz? Bunun için ne yapmalıyız? Nasıl sürekliliğini devam ettirmeliyiz? Nasıl mutlu oluruz? Nasıl mutlu ederiz?

Denemeden, yanılmadan ne kendimizi tanırız aslında, ne de ne istediğimizin farkına varırız.

Mutlu olmak için kendimize bir şans vermeye değmez mi? Değer diyorsak bir an bile vakit kaybetmemek lazım, elimizi taşın altına koymakla işe başlamak lazım.


22 Ocak 2013 Salı

"Düşmek"

Düşmek, yaralanmak, parçalanmak demektir. Sızıyı, acıyı anımsatır. Acının sıcaklığıyla aktığını hissetmediğimiz kan, gördüğümüzde neler oluyor dedirtir bize. Hafife aldığımız bazı zamanların, canımızı çok acıtmasa da, farklı yönlerden bize zararı dokunacağını hatırlatır.

Ama öyle bir kullanırız ki kimi zaman "düşmek" kelimesini; anlam kazandırdığı cümle bizi alır bambaşka yerlere taşır bazen. "O"nunla olan her şeyin güzel geldiği gibi, "düşmek" kelimesinin "o"nunla birlikte geçtiği kelime öbeklerinde değer kazanır. "Aklına düşmek" gibi mesela... "O"nun aklına düşmek, onun da bizi düşündüğünü bilmek yeterlidir kimi zaman. Biliriz ki, kalbine düşmek için önce aklına düşmek gereklidir kimi zaman... Süreç afakidir, belki uzundur, belki kısa.

Yine de umudu yeterli değil midir?

Öyle ki, belki bir gün yolumuza da düşer kalbine düştükten sonra.

Bu süreç de acıtır bazı zamanlar. Ama acıdan sonra gelen mutluluk daha somuttur; daha sağlam.


15 Ocak 2013 Salı

İlham

Nelerden ilham alırız hiç düşündünüz mü?

Bazen bir şarkı belki uzunca zamandır içimizde olan ama dile getiremediğimiz birçok şeyi ifade eder. Kahvemizi içerken kulağımıza çalan o ezgi karşısında şaşakalır ve o dakika duygularımıza tercüman olunmasının vermiş olduğu hafiflik bizi mutlu eder.

Kimi zaman bir film izleriz. Öyle bir sahne gelir ki ya da replik. Tanıdık gelir bize hissettirdiği duygu. Daha önce hiç bakmadığımız bir açıdan olayı dışarıdan bir gözle görmemize olanak sağlar.

Belki de gittiğimiz bir eğitimde, farklı farklı hayatlardan, meslekten, kültürden birçok kişi ile çok basit bir konu hakkında sohbet ederken buluruz içimizdeki o düğümün nasıl çözüleceğini. Çok basittir ve o cümlede bulmuştur bizi.

Kim bilir, belki de benim gibi deli bir dengesi olanlar kendileriyle aynada konuşurken fark ederler saklı fikirleri.

Hiç daha önce denemediyseniz size şiddetle tavsiye ederim kendinizle dertleşmenizi...

Başkasının gözünde göremediğimiz her cevap aslında kendi gözlerimizde gizli. Ve kendimize daha da yaklaştığımız her seferinde daha da tanıdık oluyor o gözlerin ne ifade etmek istediği. Onlar ki bizi asla yanıltmaz çünkü kalpten gelirler.

Belki biz görmezden gelebiliriz kimi zaman içten gelen sezgileri ya da sol omuzdaki meleğin söyledikleri daha çekici gelebilir ve kolay olan cazip gelebilir. Oysa kalp başına buyruktur. Özde ne varsa onu yansıtır ayna gibi. Kaçışımız yoktur. Bir kere onunla iletişim kurabilmeyi başarabiliyorsak artık kendi içimizdeki yolculuğa adım atmış oluruz ve gerisin geri bunun tadını çıkarmayı öğreniriz. Aslında çok basit olarak gördüğümüz birçok eylem, alışkanlık vs bize daha farklı bir tat vermeye başlar. Diğer bir deyişle hayattan zevk almayı keşfetmiş oluruz.

Martılar bu yüzden bazıları için çok anlam ifade eder, bazıları içinse sadece bir kuştur. Ya da mevsimler bazıları için sadece bir hava geçişi iken, bazıları içinse ruhun bir değişim döngüsüdür. Tazelenme ve keşif yolculuğunda bir boyut geçişidir.

Bu yüzdendir ki bazıları sürekli eleştirir, bazıları ise sebep sonucu didikleyip mevzuyu geliştirir. Kendine kapalı insan, etrafını algılamaya ve dünyaya da kapalıdır. Basit bir mantık. Kendini bilen insan, çevresini de bilmek ister bu yüzden sürekli gözlemler. Bilir ki, üstün olduğu yeteneklerini ve anlayışını herkesten öğreneceği bakış açılarıyla daha da geliştirebilir. Bu bir yarış değildir keza. Kendi içine yapacağı keşif yolculuğunun sınırlarını ancak bu şekilde sonsuzlaştıracağını bilir. "Ben oldum" diyemez bu yolculuğun tozunu bir kez yutan.

Kendinden ilham alarak yoluna devam eder. Sonrasında herkesten nasıl ilham alabileceğini de öğrenir. Bazen bir an, anı, gülümseme, hıçkırık olmaya başlar ilhamlar.

İlhamlara, karşılaştığımız fırsatlarda tesadüf ediyorken önceleri; şimdi bilinçle nasıl nelerden ilham alabileceğimizin farkındalığını kazanmış oluruz.








14 Ocak 2013 Pazartesi

Benim duam da bu

Kimi zaman hayallerimle yaşadığım doğrudur. Nasıl mutlu olduğumuz bize kalmışsa, ben de bu şekilde mutlu olmayı tercih ediyorum. İstediğim biraz huzur, biraz mutluluk keza.

Sabah kalkınca ilk aklıma düşen sen ol,
Miskinliğim kalmasın seni göreceğim diye,
Hatta uyku tutmasın sabah gün doğmadan uyanayım bir de dua edeyim bize,
Ya kavuşalım diye ya da mutluluğumuz daim olsun diye,
Bu huzur içimi kaplasın.
Yüzüm yıkarken aptal bir gülümseme yerleşsin yüzüme,
Aynaya bakınca yüzümü silerken seni göreyim gözlerimde
O ışıltı kıpır kıpır etsin kalbimi.
Senin için giyineyim, sana süsleneyim.
Senin sevdiğin renkleri giyeyim, sevdiğin kokuyu süreyim.
Ellerimle sana güzel kahvaltılar hazırlayayım
Portakal suyu ne istersen, bilmem yumurtayı kim bilir nasıl seversin
Ya da ekmeğini kızarmış mı istersin?
Bilir misin senden konuşulunca yanaklarım kızarır
Kızarmış ekmek kokusu duymuşum gibi mutlu olurum
Aidiyet huzuru kaplar içimi.
Sonra öperek uyandırayım seni, kocaman bir gülümseme ile gör beni gözünü açar açmaz.
Kravatını ben bağlayayım hep. Paltonu ben giydireyim.
İşine giderken mutlu göndereyim seni.
Gününe ben olduğum için neşeli başla hep.
Belki ilerde iki de çocuk cıvıltısı eklenir buna ne dersin?
Akşama kadar vaktin geçmesini iple çekelim hep.
Ben onca yoğunluğun arasında senin sevdiğin yemekleri yapmak için telaş yapayım tatlı tatlı
Kimi zaman ne sürpriz yapsam diye benim kızlarla seni çekiştireyim
Bazen de huysuzluklarını anlatayım onlara, beni ne kadar sevdiğini hatırlatsınlar diye sırf
Sen gün içinde ansızın abuk gubuk zamanlarda beni hatırlasan sonra,
Bir mesaj bıraksan mesela sabah evin olmadık bir yerine, akşam pat diye bulsam onu ve... :)
Seni şaşırtıp mutlu etmeye çalışmak için  yorsam kendimi
Kocaman bir kavanoza sevdiğin şeyleri tek tek kağıtlara yazıp atsam
Ve sen her hafta içinden bir tane seçip yapmamı istesen...
El ele, göz göze, aynı yola bakarak yaşlansak
arada atışsak kimi zaman ama birbirimizi ezmeden, kırmadan uzlaşsak da
Ben bazen fazla alıngan olsam da sen şımarıklığımı anlayıp küçük bir kız çocuğunun elinden tutar gibi tutup çeksen beni
Yaramazlık yapma bakayım deyip sıkıca sarılsan.
Uzun uzun yürüsek sabahları deniz kenarında, kimsecikler yokken huzurla...
Bir simit, bir çay bazen.
Hiçbir şey konuşmasak, öylece izlesek etrafı.
Sonra anneleri mutlu etsek çat kapı gitsek, elimizde en sevdikleri çiçekler
Babalarla oturup iki el tavla atsak, bilerek yenilsek :)
Kahkaha sesleri eksik olmasa hayatımızdan.
Sen ne istersen o diyebilsek.
Konuşmadan anlasak birbirimizi,
Ve bilsek bu bağ öyle kuvvetli ki
Aklımızdan hiç düşmesek yıllar geçse de
Birlikte büyüsek, birlikte evrilsek, birlikte deneyimlesek.
O kadar çok sevmeme imkan tanısan.
Seni bana, beni sana katsak...
Olur mu, olmaz mı?
Olur mu? Olm..
Olur mu?
Olur...


Aslında

Şimdi sen beni nasıl görüyorsun, oysa ben aslında nasılım?

Yaşadıklarımızla şekilleniriz. Çok beyliktir bu söz. Ama doğru işte. Zamanında olduğumuza inandığımız kişinin tam aksi olabiliriz bir gün bir bakmışız. Hayatımıza giren her insanın bize ayrı ayrı kattıkları olduğu gibi, yaşadıklarımıza verdiğimiz tepkiler ve bize düşündürdüğü durumların da o nihai kişi olmamızda emeği büyük. Ve "o" diyeceğimiz insanı bulmamıza da. Yolun bir ucunda bekliyordur bizi ve hayatın ikimizi de yoğurması için yeterli vakit geçmemiştir henüz karşılaşmadıysak eğer.

Mükemmeliyetçi insanlar olarak her zaman her şeyin en iyisi olsun isteriz. Bunun için var gücümüzle çalışırız, kendimizi geliştiririz. Etrafımıza bile ışık oluruz. Günün sonunda o kadar çok sorumluluk yüklenmişizdir ki, bir gün bir bakarız sığınacak bir dal yok. Tek bir yaprak parçası göremeyiz altında duracağımız. Ya da yaprağı olabileceğimiz taze bir dal. O kadar çok güçlü olduğumuz sinyalini aşılamışızdır çevremize ki, prenses ya da peri olduğumuz da düşünebilir kimi zaman.  Oysa o an sadece bizi anlayacak ve bize yanında olduğunu hissettirecek şefkatli bir kucak ve iki çift tatlı söze ihtiyaç vardır. Bir çınarın gölgesinde nadasa girmek isteriz. Yenilenmek, tazelenmek ve daha güçlü tohumlardan yeşermek için. Şimdi o nadasın huzurunda yanımızda olan, en şanslı insan olacaktır halbuki sonrasında. Tüm bu huzur onun hakkıdır. Birlikte paylaşılacak mutlu günlerin tohumları birlikte atılır. Sonra o ne isterse o.

Huzur arıyorsak, fedakarlık yapmaya razıyızdır. Bu hoşgörü zorla yapılan bir durum değildir, içten gelir. Zevkle, hevesle, samimiyetle ve sevgiyle mutlu ederiz "o" dediğimiz kişiyi. "O" mutlu olsun ki biz de mutlu olalım. Yersiz "sen - ben" ayrımına girmeyiz, biliriz ki artık "biz"izdir!

Dışarıdan ne kadar kabuğumuz sert görünsek de, tek bir kişi içindir içimizdeki savunmasız pamuk halimiz. "O" bunu fark ederse ne mutlu!

Zeytin dalı

Hep bir soru vardır aklımızda, her şeye dair. 

Mutlu olmak için, tek bir zeytin dalı uzatmak gerekir bazen kendi hayatımıza. Kendi kendimizle barışık olmak,   hak ettiğimiz mutluluğun bizi bulması için, olmayacağına da inansak, ona bir şans tanımak...

Hayatı sorgular dururuz. Yerken, içerken, gezerken, severken, ağlarken. 

Cevabının bizde saklı olduğunu göz ardı edip, siteme dönüştürürüz kimi zaman. Çok basittir bazı gerçekler, tüm çıplaklığıyla yanı başımızda duruyordur da fark etmek istemeyiz belki de. Kolay olanı seçeriz. Kendimizce bildiğimiz inandığımız doğruları basmakalıp kararlarla teyit etmek işimize gelir. Oysa ardında açılacak belki de mevcuttan daha mutlu olacağımız fırsatları geri çevirmiş oluruz. O basmakalıp kararlar, alışıldık mutluluklarla yaşanırken hiç rahatsızlığını hissetmeyiz bu sıradanlığın. Yıllardır içimize işlenmiş mutluluk tablosunda yerimizi alırız. Sonra olan olur ya bir toz parçası gelir konar üzerimize, zihin bulanır. Şanslıysak henüz çok zaman geçmemiştir, ama bilemeyiz belki de yıllar geçti üstünden...

Yanlış giden bir şey vardır ama nedir deriz? Aslında yanlış giden şey, zamanında alınırken yanlış olduğunu bilmediğimiz o sıradan kararlardır. Fark edince bir düğüm gelir oturur ta içimize. Kalbin üzerinde tonca bir ağırlık... Keşkeler başlar bir müddet sonra. Acabalar... O gün, belki de, sadece bir şans verseydik, ne olurdu? Zor mu olurdu? Olmaz mıydı? Bir kere yol alınmıştır ve bunları düşünmekten öteye gidemeyiz. Sonra kader deriz, beklemeye koyuluruz. İşi akışına bırakarak vicdanımızı rahatlatmaya çalışır ve doğru olan "o" ise gelip beni bulacak, bir şekilde er ya da geç deriz ve beklemeye koyuluruz. 

Belki gelir, belki gelmez. Henüz hikayenin sonu puslu. 

Çok başındayız şimdi bu yolun. Gurur, inat, ön yargı şu an tek geride bırakmamız gereken. Hayatı şu an yaşıyorken, şu an aklımızda olan sorulara doğru cevaplar verebilmek için sadece bu anın gerektirdiklerini yaşamaya şans vermek gerek. Sonra karar almalı! 
  

Çok garip

İçimde dolu dizgin taşmaya hazır kıpırtılar var. Her anım tek bir ana odaklı. O kadar coşkulu ki bu duygu, şeytanın bacağını kırıp bir adım atsam her şey yoluna girecek sanki. Yine de nedenini bilmediğim bir tutukluk üzerimde. Gözlerimden anlaşılsa ne kadar kolay olurdu, kim bilir...?

Geçen bu zaman boşa gidiyor diyorum bazen kendi kendime. Bizden uzak olan her an. Denemeden göremeyiz. Bilemeyiz doğru.

O kadar uzak mıyız? Yoksa tahmin ettiğimizden daha mı yakınız? Garip bir bağ var. Sanki aslında hep sen vardın da henüz tanışmamıştık. Bildiğimsin. Halin, tavrın, hareketlerin, endişelerin, sevinçlerin... Adın dua gibi aklımda. Sanki durdum hareketsizce bekliyorum, o anı. Geleceğinden emin olduğum o anı. Bu da garip değil mi?