23 Temmuz 2018 Pazartesi

Manifesto


Birkaç gündür beynimin içi kazan gibi. Sürekli sorguluyorum. Cennet ve cehennem aslında hayatta diyorum. İnsan kendi cennet ve cehennemini kendi mi yaratır? Olabilir bazen. Bilmez neyin içinde olduğunu. O an zanneder ki bu olgu onun için çok iyi olacak çünkü çok istiyor ve bu onun için yeterli bir sebeptir. Oysa her istediğin hayırlı mıdır? Peki her hazırlıklı olduğun hayırlı mıdır?

Hayır, ikisi de hayırlı olmayabilir. İlla üzerinden zaman, deneyim, edinme yaşanması gerekecek olur ki idrak edebilsin; mutluluğu veya acı gerçeği. İnsan isterken hırs ve iradesizliğinin etkisi altındayken, her hazırlıklı olduğu durum da onu güzelliklere erişterecek diye bir şey yok. Bazen tam da ders almamız için gereken doğru zamanda muktedir oluruz o acının dozunu almaya. O zaman acıya da mutluluğa da, yeniliğe de rutine de, sabretmeye de sorgulamaya da bir denge içinde uyum sağlamak gerekmez mi?

Özetle kabulleniş. Her şey kendiliğinden gelişmeli, oluşmalı. Oldurmaya da oldurmamaya da çalışmak duygusal ziyandan öte değil. Önüne geçilemeyen tek şey olacakların ta kendisi. Bir kısım erken veya geç olsa da olacak olacaktır çünkü. Bu esnada nasıl bir duruş sergilediğimizse karakterimizdir. İşaretleri ne kadar algılayabildiğimiz manevi derinliğimiz. Ve bu işaretlerden nasıl anlamlar çıkarabildiğimiz de zekamız.

İnsanın en büyük rakibi kendisi aslında. Kaç tane kendimiz var içimizde peki? Olduğumuz, olduğumuzu sandığımız, olmak istediğimiz, olacağımız, başkalarının gözünde olduğumuz gibi gibi... Ne kadar gerçeğiz kendimize?

Kelebek Etkisi filminde olduğu gibi aslında. Meselenin özü basit. Her şey bir sebep sonuç ilişkisi içinde. Doğurgan ve üretken. Bu devinim içinde parçalardan biri oynarsa akış ne derece değişir? Çok beylik bir röportaj sorusu: “Elinizde bir sihirli değnek olsaydı, geçmişe dönüp ne değiştirirdiniz?” Şu an hemen acaba ne diye düşünmeye başladıysanız o zaman bilgelik için daha çok yolunuz var. Çünkü ancak içsel farkındalığına erişmiş, kendini gerçekleştirme çabalarına başlamış biri geçmişini ve anını olduğu gibi kabullenip kucaklamayı öğrenmiş ve edindiği her deneyimin, her hayat dokunuşunun, onun bugünkü erdemine sahip olmasında birer sebep olduğu için değiştirilemeyeck kadar değerli olduğunu kavrar. Filmde de olay şöyle gelişir; bir adam bugün olumsuz sonuçlanan olayları olumluya çevirmek için geçmişe gider ve olayların seyrini değiştirir. Halbuki ufacık bir dokunuş hiç tahmin edemeyeceği şekilde olayların seyrini değiştirir ve kendi dışında da bir çok kişinin akışına temas eder ve ortaya çok beklenmedik senaryo türevleri çıkar.

Milyonlarca titreşim ve frekansın yarattığı olasılıklar arasından her birimizin yaşadıkları tam da bu sebeple çok tekil ve şahsa münhasır. O kadar değerli ki alışageldiğimiz her türlü hareket. Günlük telaşlar, insani hırslar veya kodlanmış doneler yüzünden ne kadar özenli ve orjinal bir evren yapısı içindeyiz unutuyoruz. Aslında her soruna çözüm ve cevap evrende, doğada. Ne zaman ki doğaya daha çok yöneliriz, o zaman öze daha çok yaklaşırız. Ne zaman ki kendimizle baş başa yüzleşmeye vakit ayırırız, o kadar daha çok üst bilincimizi keşfederiz.

Sufizm merakında olduğum zamanlardan çok sevdiğim ve dile pelesenk edilmiş bir söz var: “Dengem bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme. Nereden bilirsin altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Doğru. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olmaz mı?. Herkes göremez, erişemez. Yani diyor ki; karşına çıkan değişimlere teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle birlikte aksın. Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda herkes için kimsenin bilmediği gizli bir patika vardır. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice güzellikler var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Dileğin gerçekleşmediğinde de sabret ve şükret ki evren sana daha hızlı aksın.

Sabır nedir? Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Tevekküldür. Hazmetmektir. Affetmektir.  Doğaya bak, her gece her gündüz bir sabır. Gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerek, sabır gerek. Bu süreçte de ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney- çıktığın her yolculuğu içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi, sonunda arzı dolaşır.  Bu konfor alanından çıkmaktır. Sancıdır. Ama bilirsin ki sancı çekilmeden doğum olmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir. Yaşadığımız her hadise, atlattığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. 

Eksikliklerini giderirken de tümlediğin ruhun, bedenin bir hiç olduğunu unutma. Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken, sen bir hiç ol. İnsanın ağaçtan topraktan  farkı olmamalı. Koskocaman evren içinde bir hiç olduğunun bilinci seni mütevazı kılar. İnsanı ayakta tutan benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Ve her insanın bir yoldaşı vardır, önce onu bul. Şu hayatta tek başına sadece kendi sesinin yankısını duyarak, hakikati keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin. Aynadaki tezatlıklardan ürkme, insanın asıl tezatlıkları anlayıp içselleştirmek olgunlaştırır. 
Adı üstünde ya ama, yol ne kadar, yoldaşlık ne kadar sürer bilinmez. Hadi yol uzunsa bile yoldaşlığın yol boyu sürebilmesi için itina gerekir. Farkındalık, irade, cesaret bir de. Ayna bu ya neticede. Kırılır. Kırılırsa yansıması yoldan eder. Netlik gider, paramparça olur. Geriye kalan koca bir görüntü yığını olur, toplayamazsın. Bunun için ya aynayı korursun, ya çevresini. Ya dengeyle elden ele aynanı paylaşırsın yoldaşla. Ya da aynanın düşse bile kırılamayacağı yumuşak bir zemin hazırlarsın. 

“Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?’ diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün. Tek bir gün bile öncekinin tıpatıp tekrarıysa, yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Hayat bu işte. Çokça sabır, çokça keşif, çokça denge.

Hiç yorum yok: